TERÖR.......!
Ebu Nidal'den Çakal Carlos'a, Kızıl Tugaylar'dan Barzani'ye, ETA'dan Baader-Meinhof'a, Gladyatörlerden Neo-Nazilere, Çetnikler'den Ustaşalar'a tüm terör şebekeleri Mossad'la içiçedir. Bu örgütlerin birçoğu aynı zamanda Opus Dei, P2, Thule gibi localarla da bağlantılıdır. Belli başlı istihbarat servislerinin bağlantılarını ele aldığımızda olay daha da karmaşıklaşır. SDECE-MI5-Mossad-CIA işbirliği bunun bir örneğidir. BND'nin Mossad'la, KGB'nin Gladio ile işbirliğine girmesi de konunun çarpıcı gerçekleridir.
P2'nin bir üst kolu olan Monte Carlo Locası, Trapani C Locası gibi Mafya Locaları, 20'lerin Gülü gibi Darbeci Gladyatör localar da bu karanlık sistemin dişlilerinden birkaçıdır. Bütün dünyayı saran Gladio ve masonluk skandallarının arkasından Andreotti gibi üst düzey bürokratlar çıkmaktadır. "Terör olaylarından bu kişilerin ne menfaati var?" sorusuna bir cevap bulmak gereklidir. Tıpkı Mısırlı zengin bir Yahudi bankerin oğlu olan Henri Curiel'in tüm terör örgütlerini kendi evinde barındırıp, silahlandırmasından ne kazancı olacağı sorusu gibi... Henri Curiel, "dayanışma" yöntemiyle "Tek Merkez" uygulamasını en çarpıcı şekilde gözler önüne sermişti. Dayanışmanın evlerinde dünyanın çeşitli terör örgütlerine mensup kişiler emniyet içinde olabiliyorlar, kanlı hesaplaşmalar bu evlerin dışında gerçekleşiyordu. Tüm istihbarat servislerinin adresini ezbere bildiği bu dayanışma evleri nedense hiç basılmıyordu. Teröristler burada huzur (!) içinde birarada bulunabilirlerdi. Kissinger'ların, Meyer Lansky'lerin emeğiyle kurulan bu sistem bugün ihtiyaç olduğunda devreye sokulacak şekilde el altında tutulmaktadır. Yeni Dünya Düzeninin mimarları için yeni Herbert Marcuse'lar bulmak pek de zor değildir. 3M'in efsane Herbert Marcuse'sinin de Yahudi olduğunu düşünürsek 68 olaylarını daha iyi tahlil edebiliriz.58
Mossad-Yahudi Lobileri-Masonluk-Gizli Servisler-Mafya-Terör Örgütleri zinciri uyuşturucudan, fuhuşa, kumardan, silah kaçakçılığına, Kontralardan, Gladyatörlere uzanan geniş bir kirli işler yelpazesini kontrolü altında tutmaktadır.
İtalya ve İspanya'da terör olayları yaratan ve faaliyetlerini masonların kontrolünde yürüten aşırı sağcı bir örgüt olan RACOIN (Raporti Commerciali Internazionali), P2 Locası'yla bağlantılı olarak İtalya'ya silah ticaretini sağlamaktadır.
1976'da Başsavcı Occorsio'nun ölümünü araştırdığında polis RACOIN adlı silah satışıyla ilgilenen bir şirkete ait belgeler bulur. Yıllık kazancı 500 milyon dolar olan bir şirket. Gazeteler RACOIN'in arkasında bir bakan, bir devlet sekreteri, bir meclis üyesi, pek çok güvenlik servisleri müdürleri ve masonların olduğunu açıklamıştır. Başsavcı Occorsio P2 Genel Sekreteri M. Mingheli'yi de adam alıkoyma, kanunsuz para gizlemekle suçlamıştı. Coppolo da bu locanın üyelerindendi.
Şirket kurulduğunda 250 bin dolar olan
bütçesi, kısa zamanda 20-25 milyon doları geçmişti. Bu para çok-uluslu
topluluklardan ve gizli servislerden geliyordu. Bu paralar transit kanallarla, özel
bankalarla geliyor, bu şekilde para verenlerin bilinmesi önleniyordu. Sadece
İtalya'daki bir Amerikan petrol şirketi 50 milyon doların üzerinde yardım
yapmıştı.59
Dünyadaki gerçek terör şebekesi olan ABD ve İsrail'in, yalan haber yazma ustası olan ajan gazetecilerini kullanarak suçu nasıl başkalarına attıklarını bu bölümde ayrıntılarıyla ele alacağız.
Noam Chomsky'nin yakın dostu Edward Herman'ın The Real Terror Network isimli kitabı, CIA ajanı Claire Sterling'in The Terror Network kitabındaki dezinformasyonlara karşı yazılmıştır. Claire Sterling'in kitabında ABD ve İsrail terörüne hiç değinilmezken, Doğu Bloku tüm terör eylemlerinden sorumlu tutulmaktaydı. Bu ve benzeri propagandalar ile tüm dünya, ABD'yi masum, Doğu Bloku'nu ise "Kızıl Tehlike" olarak görüyordu. ABD tüm dünyada üslenmesini sağlayacak bahane olarak, Kızıl Tehlike kampanyasını çok güzel uyguladı. Kızıl Tehlike'nin şişirilmiş bir balon olduğu Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla gün yüzüne çıkarken, ABD'de asıl hedefine yöneldi:
'İslam'. ABD'nin gerçek hedefi İslam'a karşı, Rusya ile birlik oluşturması ve üslerini terk etmeyerek silahlarını yeni düşmanına yöneltmesi fazla uzun sürmedi. Bosna'da ve Azerbaycan'da bu işbirliği tüm açıklığıyla gözler önüne serildi. Müslüman katliamı bütün hızıyla sürerken aniden tüm dünyayı saran provokatif eylemlerle bir "İslami Terör" safsatası yayılmaya çalışıldı. İslamın hedef seçilmesiyle Claire Sterling benzeri birçok yazar hayali "İslami Terörü" nutukları atmaya başladılar. Tek bir merkezden yürütülen bu kampanya ajitasyon oluşturacak eylemlerle desteklenerek rayına oturtuldu. İşin ilginç yönü ABD karşıtı gözüken sol basının da, ABD kontrollü bu propagandaya gönülden destek vermesi. Basın-kontra'nın en güzel örneği olan bu yazılar pek yakında kitap şekline de dönüşecektir kuşkusuz. Suçlamaların nasıl rahatlıkla ve hiçbir somut delile dayanmadan ortaya atılacağına en güzel kanıt, Claire Sterling'in daha önce Doğu Bloku'na karşı yaptığı benzeri suçlamalardır. ABD için karalama kampanyası açmak hiç de zor değildir, ayrıntılarıyla belirttiğimiz gibi "CIA En Büyük Basın Patronu"dur.
The Real Terror Network'e göre ABD "hiçbir zaman resmi bir şekilde terörist olanları desteklemez sadece Libya ve Sovyetler Birliği bu tip işler yapar" tarifinde verildiğine göre, ABD sadece, bağımsız hükümetleri teröristlere karşı korumak için onları destekler (!) Bu anormal boyutlarda bir vatanpervarane yalandır. Bu yalanı her hükümet söyler. CIA de hükümetin bir kolu olduğu için yalanla en iç içe olan odur. Bundan daha ilginç olanı, CIA'nın bu tip yalanları kendi raporlarında yayınlarken dolaylı yollardan da Claire Sterling'in yazılarında ve Robert Moss'la Arnauld de Borchgrave'in dezinformasyon takımında da bu yalan haberlerin ortaya çıkması ve yayılmasıdır.60
En çok kullanılan bir diğer yöntem şöyle özetlenebilir: "Eğer birşeyden hoşlanmazsan ona terör damgasını vur." Bu tanım NATO Genel Sekreteri Alexander Haig ve diğer birçokları tarafından çok güzel kullanılmıştır. Claire Sterling ise terörün kesin bir tanımını asla yapmamıştır, fakat kitabı The Terror Network'de, Pinochet, Videla, Güney Afrika ve Latin Amerika'nın ölüm timlerini açıklama yapmadan konudışı tutmuştur. Sterling'in hikayelerine kaynak olan terör küçük ve daha az etkili olan terördür. Dikkatli bir şekilde tüm teröristleri aşırı sağdan uzak tutmuş, çok az ayrıntı açıklamıştır.61
Claire Sterling'in The Terror Network'ü iki derecede
incelenebilir. Ya Kızıl Korku'nun propaganda sını yapan klasik bir fırsatçı yayın,
ya da bilimsel kuralların belki uygulanabileceği bir doküman. Fakat ikinci olarak
gösterdiğim şeyin ciddiye bile alınamayacağını sizde göreceksiniz. Bunun gibi
diğer Kızıl Korku ile ilgili yayınlarda, bu yayınları destekleyici entellektüel
yazılar ön plana çıkartılmış, fakat karşıt fikirler ve bu yayınlara saldırılar
geri planda bırakılmış ya da susturulmuştur. Kızıl Korku araştırmacılarına
göre tüm medyanın, iş dünyasının ve hükümetlerin bunları desteklemesiyle bu
yayınlar halk tarafından inanılır hale gelmişlerdir.62
Sterling'in kitabında bahsedilen ayrıntıların çok
büyük bir kısmı haberalma kaynaklarından gelmektedir. Kitabın geriye kalan küçük
bir kısmı da propagandacı Borchgrave, Michel Ledeen, Robert Moss, Michari Crozier ve
diğerlerindedir.
CIA'nın Angola'daki operasyonlarının başında bulunmuş olan John Stockwell "biz savaştan sonra Küba'nın Sovyetler Birliği'nin emri olmadan bu savaşa girdiğini öğrendik. Küba liderleri kendi ideolojik sebeplerinden dolayı savaşmışlar. Bizim Angola programımız (aynı Kastro'ya karşı yapılan Domuzlar Körfezi ve Mongoz Operasyonu gibi) politikacılarımız tarafından yalanlanmış ve ABD halkından gerçekler saklanmıştır. Kübalılar kendi programlarından utanmıyorlar. Ve bunu kendi insanlarından ya da dünya basınından saklamaya gerek duymuyorlar" demiştir.63
Sterling'e göre uluslararası terörizm Moskova tarafından Batı demokrasilerini yok etmek için kullanılmaktadır. Sterling'in kitabındaki genel amacı terörün kaynağını Doğu Bloku'na yönlendirip Batı kaynaklı terörü gözardı ettirmektir.
Orlando Bosch, hiçbir zaman Haig ve Kirk Patrick tarafından bahsedilmeyen bir katildir. O ve grubu, yani Kübalı mülteci anti-komünist teröristler, 1976'da Küba Havayolları'nı bombalayarak 73 kişinin ölümüne sebep olmuşlardır. Bocsh ve yakın arkadaşları Küba'daki gizli ve yasa dışı savaş için CIA tarafından eğitilmişlerdir. Ve son yıllarda Bocsh'un Şili ve Venezuella gizli polisiyle yakın ilişkileri olmuştur... Bu gizli polislerde aynı şekilde CIA tarafından eğitilmişlerdir. Acaba Bosch bir CIA ajanı mıdır? Eğer bir kişi değil Libya, Küba veya Sovyetler Birliği tarafından eğitilmek, orayı ziyaret edecek olsa hemen Haig-Moss-Sterling tarafından damgayı yer, fakat hangi nedenden olduğu belirsiz aynı kurallar CIA'nın eğittiği kişiler için geçerli olmamaktadır.
David Yallop, Claire Sterling'in Mossad-CIA
destekli dezinformasyon kampanyasını şöyle anlatır: Langley, Tel Aviv ve Londra'da
bulunan dezinformasyon kampanyası ardındaki kişiler en büyük darbelerini
hazırlıyorlardı. Bunlar CIA direktörünü, Amerikan Dışişlerini, Başkanı ve
Başkan Yardımcısını ve onların yardımıyla Margaret Thatcher'i kendi yalanlarının
saf gerçekler olduğuna inandırma yolundaydılar. Bunun için bütün herşey hazırdı.
Sadece bütün planlananlara inanacak Amerikalı bir yazara ihtiyaç vardı. Bu da Claire
Sterling idi. Yazdığı kitap The Terror Network (Terör Şebekesi) saçmalıklarla dolu
idi. Kitabın girişinde yazdığı "bu kitabı yazarken CIA ile hiç bir bağlantım
olmadı" sözü sadece görünürde geçerli olabilirdi. Aslında dolaylı olarak CIA
yanında MI6 ve Mossad'ın dezinformasyon kampanyalarına da hedef olmuştu. Sterling'in
kitabında Carlos'la ilgili bölümler okuyucuya inandırıcı gelebilir. Payne, Dobson,
Smith, Crozier eski Fransız Dışişleri Bakanı Paniatowski ki bakan haberleri ilk 4
kişiden alıyordu.64
Mason locaları, Faşist örgütler ve CIA ile içiçe faaliyet gösteren Gladio örgütlenmesi, güçlü bir istihbarat bağlantısını gerçekleştirmek için, FM 31-16 simgeli "Kontrgerilla Hareketleri" adlı Amerikan Talimnamesi'nin 34'üncü sayfasında da belirtildiği gibi aşağıdaki kişileri bünyesinde barındırmaktadır.
FM 31-16 simgeli Counter Guerilla Operations (Kontrgerilla Harekatları) adlı Amerikan Talimnamesi'nin 34. sayfasında, azgelişmiş ülkelerdeki "Temizlik Harekatı"nın gerçekleştirilmesi için, Kontrgerilla örgütlenmesinin içinde, ACC (Bölge Koordinasyon Merkezi) emrinde de görevlendirilecek şekilde kimlerin birlikte sunulacağı belirtilmekte ve ek olarak CMAC (Civil Military Advisory Committee) Sivil-Asker İstişare Komitesi'nin kurulması da önerilmektedir.
Böyle bir örgütlenme içinde bulunması gereken kişiler anılan talimnameye göre şunlardan oluşmaktadır:
Bazı basın organları ve kontrgerilla, dünya çapındaki önemli eylemlerin flaş haber şeklinde yayılması veya örtbas edilmesi, suçluların deşifre edilmeden gizlenmesi ve yalan haber yayılmasında gizli servislerle işbirliği yapar. Eylemi Kontrgerilla, reklamını ise basın yapar. Kontrgerilla bomba patlatır, basın sansasyonunu ayarlar. Suçluyu suçsuz, ahlaklıyı ahlaksız gösterir, uyuşturucu kaçakçısından bahsetmez, bu suçlamaları masum kişilerin üzerine yıkar. Bu telkinler dünyanın önde gelen basın-yayın kuruluşlarında bu şekilde verilerek, kitle propagandası yapılmış, halk bu şekilde bir düşünceye itilmiş olur. Kontra-Basın son derece saldırgandır, kolaylıkla iftira atar, kendilerinin en iyi düşündüğünü en akıllı ve her zaman haklı oldukları imajını verir. Yalan haber yayma aracı olan bu kuruluşların sahiplerine göz attığımızda herşey daha da iyi şekillenmektedir.
"Basın Kralı" Mossad ajanı Yahudi Maxwell, bir diğer "Basın Kralı" Yahudi Rupert Murdoch, İtalyan basın imparatoru Yahudi Benedetti, CNN'den Yahudi Ted Turner, Yahudi sermayeli NBC, ABC televizyonları, New York Times'dan Yahudi Arthur Sulzberger gibi basın ve televizyon kuruluşlarının önemli isimleri ile gizli servisler arasındaki ilişkiler dikkat edilmesi gereken bir konudur. Ayrıca yalan haberlerle halkı yanıltarak suçluyu masum, suçsuzu suçlu gösterme taktikleri de basın-kontra işbirliğinin güzel bir örneğini teşkil eder. ABD basın-kontrasının ünlü ismi CNN en son Körfez Savaşı'nda CNN-CIA ortaklığının nasıl çalıştığını tüm kamuoyuna sunmuştur.
Gladio'nun patronlarından CIA eski başkanı William Colby, CIA'nın gazetecileri kendi servisinde kullandığını açıklıkla ifade etmiştir:
Pek çok dergi ve gazeteyi basan, Foreign Publications Inc. CIA'ya bağlıdır. CIA, kuruluşundan itibaren basımevlerini, ajansları, gazete ve gazetecileri kontrol eder.65
Dünyada CIA hesabına çalışan radyo merkezleri vardır. Bunlara bu kuruluşun en önemli dalları gözüyle bakılır. Söz konusu yayın organları genellikle yabancı ülkelerin başkentlerinde bulunan ABD konsolosluklarında faaliyet gösterir. Mesela Batı Almanya'da CIA'nın çalışmaları, Bonn'daki ABD Büyükelçiliği'ndeki radyo merkezinden yönetilmektedir.
CIA, parası CIA tarafından karşılanan özel kuruluşların arkasına gizlenerek bir çok faaliyetlerde bulunabilir, bazı işlerini onların aracılığıyla yürütebilir. CIA'nın en ünlü yan kuruluşlarından ikisi 1950 yılında kurulan Hürriyet Radyosu ve Hür Avrupa Radyosu merkezleriydi. En önemli mevkilere CIA'nın ajanları yerleştirilmişti. Radyoların yayınlarını ve programlarını hazırlayanlar da onlardı.66
Washington'daki Çin olaylarını tahlil eden uzmanların raporlar sonucunda yanlış bilgi edindiklerini bilen CIA bu durumdan hiç rahatsız olmuyordu. Durumdan habersiz bazı gazetecilerin FBIS (CIA'nın Dış Yayın Bilgi Servisi) tarafından hazırlanan raporlardaki "gerçek dışı" bilgi ve haberleri değerlendirip makale ve yazılar yazmalarına aldırmıyorlardı.
Bu arada CIA'nın ajanları Çin'de iç karışıklığı artırmak amacını güderken yanıltıcı bilgi yaymaya gün geçtikçe daha fazla önem vermeye başladılar.
CIA kadrosunda sosyologlar, psikologlar, tarihçiler, metin uzmanları çalışıyordu. Hepsi erişilebilecek hedefler seçmekte ustaydılar. Seçtikleri hedef ise gençlik ve aydın sınıftı. Onların vasıtasıyla istedikleri mesajı iletebilirlerdi.67
CIA sahte dokümanlardan bir hayli faydalanıyordu. Watergate skandalının mimarı E. Howard Hunt, 1973 yılında Kennedy hükümetinin Güney Vietnam Başkanı Ngo Dinh Diem'in öldürülmesiyle doğrudan ilgisi olduğu kanısını uyandıran Dışişleri Bakanlığı'ndan çekilen sahte bir telgraf yüzünden suçlandığında kendini şöyle savunmuştu: "Alt tarafı geçmişte, CIA için çalıştığım yıllarda, bu tip şeyler yapmaya alıştım. Bu sahada yetiştirildim... Sahte gazete kupürleri, sahte telgraf dağıtıyorduk".68
Pentagon evrakları CIA'nın propaganda ve yanıltıcı bilgi faaliyetleriyle ilgili bazı örnekler de vermişti. CIA'nın propaganda faaliyetlerine kitap ve dergi yayını da dahildi. Kuruluş yıllarca, Doğu Avrupa mülteci organizasyonlarından New York'taki Frederick A. Trager gibi ün salmış yayın evlerine kadar bir sürü dergi ve yayın organlarına maddi yardımda bulunmuştu. Frederick Trager 1967 yılında CIA'nın isteği üzerine 15-16 kitap yazdığını itiraf etti.69
Kontrgerillanın tipik vasfı hem faşist gruplara hem de komünist gruplara destek verip yapay terörizm oluşturmaktı. New York komünist gazetesi The Daily Worker'a CIA yıllar boyunca para yardımında bulunmuştu. Worker'de çalışanların bu yardımdan haberi yoktu. CIA bu suretle Amerikan kamuoyuna komünist tehlikesinin gerçekten var olduğunu ispatlamak istiyordu.
Gizli servislerin kullandığı Üç çeşit propaganda vardı: gerçeklerin açıklandığı beyaz propaganda, dinleyici ve okuyucunun fikrini değiştirmek için gerçeklerin biraz değiştirilerek aksettirildiği, gerçekle yalanın birbirine karıştığı gri propaganda, ve tamamen yanlış, gerçekten çok uzak bilgilerin verildiği kara propaganda. Aslında yanıltıcı bilgi kara propagandanın bir çeşidiydi. Gizlilik içinde yürütülüyor ve sahte dokümanlarla destekleniyordu.70
1971 yılına kadar CIA'nın en önemli propaganda araçları Hür Avrupa Radyosu (RFE) ve Hür Radyo (RL) idi. Seçkin devlet adamları, emekli askeri liderler ve şirket müdürleri tarafından meydana gelen ve New York'da toplanan yönetim kurulunun sağladığı imkanlar sayesinde görevine devam eden bu iki radyonun asıl istasyonları Münih'te idi. Bu iki radyonun bütçesi 30-35 milyon dolardı. Bu bütçenin % 95'i CIA tarafından karşılanırdı. İlk yıllarda RFE ve RL Demir Perde'de karışıklık çıkartmaya çalışıyordu.
CIA tarafından paraca desteklenen başka bir kuruluş da Asya Vakfı'ydı. CIA'nın bu vakfa yardımı yılda 8 milyon doları buluyordu. CIA vakfa soktuğu adamları ve üyeleri vasıtasıyla çeşitli Asya ülkelerindeki muhalif aydınları desteklemek, Asya'da Çin, Kuzey Vietnam, Kuzey Kore'ye karşı menfi bir hava yaratmak ve yabancı ajan bulmaktan geri kalmıyordu.71
Bugün gerek CIA gerekse diğer haberalma
servisleri, ajanın yanında bir de odalara mikrofon veya telefon dinleme aleti
takabilecek teknisyen de aramaktadırlar. Hatta bazı ülkelerdeki telefon telgraf
kuruluşları CIA'nın hedefleri haline gelmiştir. CIA ajanları dış işleri ve savunma
bakanlarından başka hedef ülkenin haberleşme sistemlerine de sızmaya
çalışmaktadırlar. Bu hususta CIA'ya Amerikan şirketleri yardım etmektedir. En
önemli yardımcısı ise ITT'dir. Posta servisleri de casusluk amacıyla
kullanılmaktadır.72
CIA'nın Londra'daki propaganda ve dezinformasyon merkezi Forum World Features (FWF)dır. CIA 1966'da FWF'yi ticari basın ajansı olarak finanse eder ve destekler. Bu ajans dünyadaki bütün gazetelere haftalık haberler satmaktadır. İki sene içinde FWF, 50 gazeteye bilgi sağlayabilecek duruma gelir. Robert Gene Grately adlı bir bağlantı elemanı FWF'nın CIA'nın yatırımlarını geri ödemesini garanti eder. 1975 yılında FWF'nın CIA'nın paravan şirketi olduğu ortaya çıkar ve Başkanı Brian Crozier tarafından kapatılır. Bundan beş sene önce Crozier, Bağlantı Araştırma Enstitüsü'nü (ISC) kurmuştur. Bu da CIA tarafından finanse edilen bir kuruluştur. FWF gibi ISC'de CIA ve İngiliz Gizli Servisi ile yakın bağlantı içindedir. Yıllar boyu bu enstitünün yönetiminde ultra muhafazakar sayılabilecek kişiler bulunmuştur.
73CIA çalışmalarının en önemlileri arasında propaganda ve politik eylem çalışmaları gelir. Amerikan propaganda programlarında CIA'nın rolü, resmi propaganda bölümünce "Beyaz, Gri ve Siyah" olarak üçe ayrılır. Beyaz propaganda açıkça Amerikan hükümeti, yani Amerikan Danışma Bürosu'nca (USIA) yapılan propaganda olarak kabul edilir. Gri propaganda, propaganda malzemesinin kaynağını Amerikan hükümeti olarak göstermeyen ve kendi malzemeleriymiş gibi yayan kişi ya da örgütler aracılığıyla yapılır. Siyah propaganda ise hiç bir kaynağa dayanmayan, var olmayan bir kaynağa dayandığı gösterilen, ya da gerçek bir kaynakla ilgili sahte propagandadır. CIA siyah propaganda çalışmaları yapmaya yetkili tek Amerikan kuruluşudur.74
Gündelik basın, dergi, radyo, televizyon, duvarlara yazılan yazılar, el ilanları, dini vaazlar ve politik konuşmalarla siyah ve gri propagandanın uygulandığı ülkeler de vardır. El ilanları veya duvara yazılan yazıların önemli etki yaptığı ülkelerde, merkezlerin gizli basım ve dağıtım olanakları sağlaması, duvarlara sloganlar yazacak ajan ekipleri kurması gereklidir.
Bu tür çalışmalar hükümetin komünizm konusunda, CIA tarafından istenmeyen bir politika gütmesini sağlayan politikacıları etkisiz kılmak için yapılır. Amerika'nın çıkarlarına daha uygun olması halinde yasa dışı yöntemlere veya askeri darbelere başvurulur. Askeri darbenin gerçekleşmesinde CIA genellikle komünizme karşı koyma kozunu kullanırsa da külçe altın ve çuvallar dolusu para çoğu kere aynı ölçüde etkilidir. Bazı durumlarda bir merkez görevlisinin tam zamanında harekete geçmesinin ardından yapılacak gösteriler, sonunda da düzenin sağlanması ve ulusal birliğin kurulması adına komutanların işe karışması yararlı bir yoldur.
CIA'nın "gri ve siyah" propagandalarını
yayınlayan uluslararası ajanslar; Associated Press (AP), Reuters ve United Press
International'dır. CBS televizyon şirketi genellikle CIA haberlerinin yayımcısıdır.
Papa suikastı sırasında, dünya kamuoyunu bu işi KGB'nin yaptığına inandırmak
için çok çaba harcamıştır. Hatta Sovyet görevlisi Yurçenko, CIA baskısı ile bu
işi Sovyetlerin yaptığını açıklamaya zorlanmıştır. The New York Times yazarı
Claire Sterling, Robert Moss, Arnaud de Borchgrave, Washington Times'ın editörü Brian
Crozur, Fransız Ch. Roulette ve F. Broche gibi dünyaca tanınmış yazarlar CIA ile
işbirliği içindeki gazetecilerdir. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) yine CIA
etkisindedir. CIA'nın rüşvet ve eylem paralarının transferi için kullanılan en
önemli iki banka "First National", "City Bank" ile "First
National Bank of Boston"dur. Bunların yabancı ülkelerdeki bütün müdürleri
Amerikalı olup ya CIA görevlisidirler ya da CIA ile sözleşmelidirler.
Mossad'ın uzantısı niteliğindeki CIA'yı her türlü
kirli işin içinde görmek mümkündür. Bu ilişkiler mafyadan başlayıp, Vatikan
bankalarına oradan mason localarına ve uyuşturucu madde kaçakçılığından, silah
kaçakçılığına kadar karmaşık bir yol izler. Bunların haricinde gri ve siyah
propagandaların basın yoluyla işlenmesi için uluslararası ajanslar ve rüşvetlerin
kamuflajı için —örtülü ödenek bankaları— kurulmuştur. CIA'nın kurduğu
sendikalar, partiler, yardım fonları, dernekler son tahlilde CIA aracılığıyla
yürütülen emperyalist siyasetin kuklalarıdır.
Amerika, kültür imparatorluğunu, sadece basın, televizyon, sinema ve ABD'ye çağırılan yabancı öğrencileri kullanarak ayakta tutamaz. Kitap da önemli bir silahtır. İki büyük kuruluş büyük finansörler yardımıyla bu propagandayı yapmaktadır: USIA ve CIA hükümetin isteği üzerine politikasını haklı göstermek için, tarihi gerçeklere hiç saygı göstermeden kitaplar yazdırır. Örneğin 1965'de USIA, milyonlarca dolar harcayarak binlerce kitap bastırır. Kitaplar USIA tarafından düzeltilmiş ve kontrol edilmiştir.75
USIA'nın Müdürü Leonard Marks "bu kitaplarda hükümetin adını kullanırsak ters tepki alırız. O yüzden ünlü yazarları kullanıyorduk" demiştir.76
1966 Nisanında çok saygı duyulan bir dergi olan Foreign Affairs, New York CFR'sinin patronluğunu yaptığı Vietkong konusunda uzman olarak tanıtılan George A. Carver'ın yazdığı bir yazıyı yayınlar. Yale ve Oxford mezunu gibi tanıtılan Carver aslında CIA'nın bir kuklasıdır. Amerika'nın Vietnam'daki politikasının haklı olduğunu ispatlamak için CIA'nın yazdığı kitap için kullanılmıştır.
USIA çok basit bir yöntem izler, kitabın yazılması, okunması, propagandası için sansasyon yaratır. Yazarla anlaşıp devletle ilgili bazı sırları açığa kavuşturarak bir kitap yazmasını ister. Tek isteği kitap üzerinde tam bir kontrol sahibi olmaktır. Pek çok gazeteci çok para kazanmaya hayır diyemez. Ayrıca gizli haberleri ele geçiren yazar diye bir üne de kavuşacaktır. Yönlendirilmiş, sansürlenmiş bir kitaba imza atmak tek yapmaları gerekendir.77
CIA-Basın-Kontra ilişkisi daha derinlemesine incelendiğinde ise zincirin en üst halkası olan Mossad'a ulaşmak mümkündür.
Amerikan istihbaratı, 250'den fazla yerli ve yabancı radyo istasyonu, gazete, dergi ve yayınevine sahiptir. Yahudi sermayeli New York Times, Washington Post ve Washington Times gibi büyük gazeteler de CIA ve Mossad'ın etki alanındadırlar. CIA bütçesinin üçte biri iletişim araçlarını yönlendirmeye ayrılmaktadır. BBC şeflerinin bir kısmı İngiliz-Amerikan istihbarat ajanıdır. Belçika'da 17 CIA ajanı gazeteci vardır. Ünlü Yahudi CIA ajanı Paul Henze ve CIA Şefi Richard Helmshem heh ajan hem gazetecidir. ABD'nin en büyük iki siyonist gazetesi olan Washington Post ve New York Times, CFR tarafından doğrudan kontrol edilir.78
Yahudi Henry Luce ve mason Allen Dulles zamanından beri
Time dergisiyle CIA arasında yakın bir ilişki vardır. Time görevlileri CIA'yı
ilgilendiren bir yazı hazırladıklarında taslağı önce onlara gösterirlerdi.79
Medya'da Yahudi Lobisi'nin ve Rockefeller'ların etkinliği
Trilateralism isimli kitapda şöyle anlatılmaktadır:
Bu zamanda medya kalpler ve akıllara en iyi girebilen
etkili bir yöntemdir. Medya hemen hemen büyük operasyonlar tarafından kontrol edilir.
Örneğin Time, CBS, RCA (NBC), ABC; bunlarda büyük bankalar tarafından kontrol
altında tutulur. Pieter Barnan'ın The Nation'de yayınlanan 25 Kasım 1978 tarihli
"Yayın Organlarını Kim Kontrol Ediyor?" adlı yazısında ABC, CBS, NBC'nin
Rockefeller ve Chase'in şirketlerinin hisseleri olduğu ortaya çıkmıştır. Mesela
1973 Senato Raporuna göre Senatör Muskie ve Metcalf Chase Manhattan CBS'in % 14'ünü
kontrol etmektedir. Bunlardan büyük bir bölümü ülkeyi yönlendiren sınıftır.Medya başlarından Hedley Donovan'da bu komisyonun meşhur bir üyesidir.80
Ancak CIA'nın bu tür faaliyetleri doğrudan örgüt
merkezinden yönetilmez. Bunların bir kısmı değişik adlar altındaki kuruluşlar ya
da çeşitli şubeler aracılığıyla hayata geçirilir. Fransa'nın başkenti Paris'te
bulunan Congrés Pour La Liberté de Culture ve New York kentinde bir yayınevi olan
Foreign Publications bunlardandır.
CIA yönetimindeki radyolardan en belirginleri, Soğuk
Savaş döneminde kurulan ve Doğu Avrupa ülkelerine yönelik yayın yapan Radio Free
Europe (Hür Avrupa Radyosu) ile Radio Liberty'dir (Hürriyet Radyosu). Günlük yayın
yapan bu iki kuruluş içinde 1760 dezinformasyon uzmanı çalışmaktadır. Ancak iş
bununla da kalmaz; 1975'te Church Komisyonu'nun yaptığı araştırmaya göre, CIA 200
kadar radyo istasyonu, gazete, haftalık-aylık dergi ve yayınevine sahiptir. İki yıl
sonra New York Times gazetesi, 50 kadar yerli ve yabancı basın yayın kuruluşu ile 12
yayınevinin daha CIA denetiminde olduğunu kanıtlar.
CIA'nın iyi bağlantı kurduğu yayınlardan biri Time dergisidir.81 Öte yandan National Review, CIA'nın en etkin yayınıdır. Jean Kirkpatrick'i, Milton Friedman'ı ve İstihbarat Topluluğu ile Viyana Ekonomi Okulu'nu sürekli övmektedir.
CIA'nın gazeteleri, dergileri ve yayıncıları Dünya Düzeni'nin programını oluşturmak için milyonlarca dolar harcamışlardır. Frederick A. Praeger Co. N. Y. adlı yayın şirketi 1967'de CIA için 15 veya 16 kitap yayınladığını söylemiştir. Birçok yazar ve gazeteciler CIA'dan seyahat teklifleri, Fransa veya İsviçre'de villalar, ve diğer şekillerde rüşvet almış böylece CIA için propaganda yaparak hedeflerini gerçekleştirmişlerdir.82
Kamuoyu yaratmada, toplumları belli bir yönde etkilemede, çağdaş basın ve yayının en etkin silahlardan biri olduğu inkar edilebilir mi? Bu etkin silah elbet emperyalizmin emrinde ve hizmetinde kullanılmaktadır. ABD sineması, televizyonu ve dünyayı ağ gibi sarmış ajanlarıyla, her gün hatta her saat dünyaya, dünya olaylarını, hatta her ülkenin kendi iç olaylarını, ABD gözü ile göstermekte ve emperyalizmin beyniyle değerlendirerek sunmaktadır.
ABD, ayrıca bir kültür imparatorluğu da kurmuştur. Kitlelerin etkilenmesi ve eğitiminde kitabın, gazete ve dergilerin rolü bilinir. Ekonomik ve askeri yönden dünyanın yarısını saran bu imparatorluk, asıl etkinliğini, dünyaya, bilimsel ve sosyal gerçekleri bozarak yaydığı kitaplarla da sürdürmektedir. Bu alanda CIA kadar etkin bir örgüt de United States Information Agency (USIA)'dır. Bu örgütün, sadece 1964 yılında bu tür kitaplara yüksek ücretler ödeyerek profesörüne kadar, sahte yazarlar bulduğu, Jason Epstern'in yazdığı gibi uydurma ve keyfi değerler sistemi kurarak, üniversite öğretim üyeleri, bilginler ve yazı işleri müdürlerini kullandığı bilinmektedir.
Böylece basını, radyo-televizyonu, sineması ve dünyanın her yerine dağılmış işadamı, profesörü, öğrencisi, sivil ve asker danışmanlarıyla emperyalizm, Amerikan ideolojisi günün her saatinde, dünyanın her yerinde işlemektedir.
Az gelişmiş ülkeler, olayları ABD gözüyle görecek düzeye getirilmekte, bu yolla "Amerikancı" bir kamuoyu yaratılmaktadır.83
1950 yılı başından beri Milli Öğrenci Birliği'nin
(NSA) başkanlarının dış ülkelerdeki talebe faaliyetlerini finanse
etmek için CIA'dan gizlice milyonlarca dolar aldığı
açıklanmıştır. Bu faaliyetler, başlıca Afrika kıtasında ve diğer az gelişmiş
ülkelerde oluyordu ve çoğu açıkça casusluk kategorisine giriyordu. Ramparts
dergisinin Mart 1967 sayısında yaptığı yeni ifşaatlar, Washington'da ve Beyaz
Saray'da büyük şaşkınlık yarattı. Hükümet, CIA'nın milli öğrenci
kuruluşlarına ve diğer özel komünizmle mücadele derneklerine mali yardımlarını
durdurmasını emretti. Kongre'de bu kanunun araştırılması için girişimler
başladı.
Bu teşhirler, masum isimler altındaki fonların, CIA tarafından hangi "iyi amaçlar" için kullanıldığını da ortaya koymuştu. 15 Şubat tarihli Times ile Ramparts dergisinde bildirildiğini göre, CIA, her yıl parasını bu gibi fonlar aracılığı ile Milli Öğrenci Birliği'ne aktarmaktaydı.
CIA ile işbirliği halinde çalışan USIA kamuoyunu belli bir yönden etkilemek için her yıl on binlerce doları çeşitli yayınevlerine ve araştırma merkezlerine veriyordu. Yukarıda adı geçen, Amerika'nın en güçlü yayınevlerinden Frederick A. Praeger'den başka Potomac Books Inc. ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsüne bağlı Milletlerarası Çalışmalar Merkezi ile de CIA'nın yakın işbirliği halinde olduğu ve her yıl USIS aracılığı ile 60 milyon doları çeşitli yayınevlerine dağıttığı bilinmekteydi. Örneğin USIS, Amerika ile ilgili ve olayları belli bir görüş açısından yorumlayan 6 ciltlik bir eserin yayınlanması için Potomac Books Inc.'e 25 milyon dolar ödemeyi kabul etmişti.84
CIA'nın Milli Öğrenci Birliği'ne para yardımı yaptığı yolunda Ramparts dergisinin (Mart 1967 sayısı) yaptığı ifşaat sarsıntı yaratmıştı. Bunun ardından gene CIA'nın Amerika'daki sendikalara eğitim, basın ve öteki kuruluşlara akıttığı milyonların hikayesi ortaya çıktı.85
CIA eski başkanlarından Stanfield Turner "CIA, Gizlilik ve Demokrasi" başlığı altında yayımlanan anılarında şunları söylemektedir:
1967 yılında CIA'nın yurt dışındaki dost unsurları desteklemek için harcadığı para yılda on milyon dolara yükselmişti. Bu paranın büyük bir bölümü bizim sendikalar, dernekler bir tür paravan kuruluş görevi yaparak, para kaynağının CIA olduğu gerçeğinin öğrenilmesini önlüyordu. Böylece, bizden para alan yabancı sendika ve derneklerin "Amerikan kuklası" diye anılmasını da önlüyorduk. Bu öylesine büyük bir operasyondu ki, Ford, Rockefeller ve Carnegie Vakfı dışındaki yabancılara burs veren kurumların 1963-67 arasında harcadığı paranın üçte biri CIA'dan geliyordu.86
Milli Öğrenci Birliği'ne verilen paralar gazetelerde büyük puntolarla yayınlanırken, Victor Reuther ise basına şöyle diyordu: "CIA'nın Amerikan İşçi Sendikaları Konfederasyonu ile olan mali ve öteki ilişkileri yanında öğrenci örgütleriyle ilişkisi hiç kalır... Ben bu ilişkiler üzerindeki örtüyü araladım, bir gün nasıl olsa her şey ortaya dökülecek."
Milli Öğrenci Birliği'nin önemli miktarlarda paralar aldığı ve bir CIA yatağı olduğu bilinen Gençlik ve Öğrenci İşleri Vakfının yardım ettiği kuruluşların listesinde bu Uluslararası Konfederasyon da yer almaktadır. Genel merkez bu haberi derhal yalanlamakla beraber Konfederasyonun, Amerikalılar arası şubesinin CIA'dan büyük miktarda paralar aldığı muhakkaktır.87
Buna ek olarak CIA'nın "ajan ve dost" olarak tanımladığı sayısız insanın kitle iletişim araçlarında çalıştığını ortaya koyan da Church Komisyonu ile New York Times gazetesi oldu. Örneğin dünyaca ünlü Reader's Digest dergisinin eski Yazı İşleri Müdürü John Barron'un aylık ödemeleri CIA tarafından yapılıyordu. Amerikan istihbaratının "ajan ve dost"lar listesinde şu isimler vardı: New York Times'da çalışan Robert Moss, Washington Times'ın iki ay öncesine kadar Yazı İşleri Müdürü olan Belçikalı Arnaud de Borchgrave ve "terörizm uzmanı" olarak basın-yayın organlarında sık sık boy gösteren Claire Sterling. Bu gazeteciler, sık sık CIA'nın yayınlanmasını istediği hikaye ve romanlar yazıyorlardı. CIA patentli hikayeleri de Amerikan Reader's Digest, Human Event, The Washington Inquirer gibi gazeteler yayımlıyordu. "Saygın" nitelemesini kendilerine etiket yapan National Review, New Republic At Commentary gibi yayın organları da CIA'dan ilham alanlar arasında sayılıyordu.
1973-1976 arasında CIA şefliğini yapmış olan William Colby, İngiliz Haber Ajansı Reuters ile çok iyi bağlantıları olduğunu itiraf etmişti. Kuşkusuz ki CIA basını yönlendirmede yalnız değildi. Örneğin, MI6 ile araları iyiydi. 22 Aralık 1975 tarihli Washington Post gazetesine göre, bütün İngiliz günlük gazetelerinin kadrolarında bir ya da birkaç MI6 ajanı bulunmaktaydı. The Times bu konuda rekor kırmıştı: Dış Haberler Servisi'nde çalışanların yarısı MI6'dan maaş alıyordu. CIA'nın işbirliği içinde çalıştığı İngiliz Askeri Haberalma Servisi MI4, Gerald Mansell adlı ajanını 1972-1981 tarihleri arasında BBC yöneticisi olarak atamayı başarmıştı. Aynı dönemde BBC'nin Yazı İşleri Sorumlusu Alan Protheroe ise MI4'te Binbaşı rütbesindeydi.
Bir terörist kültürün hakkıyla değerlendirilebilmesi için Dışişleri tarafından ifade edilmiş bulunan prensiplerin genelde kabul görmekte olduğu hususuna, hükümetin izlediği politikanın muhaliflerinin bile bu konuda kayda değer bir itirazlarının bulunmadığına özellikle dikkat etmek gerekir. Basın da bu kervana dahildir. Yapılan zulmü hoşgörü ile karşılamakta, işini kolaylaştırmak için türlü bahaneler icat etmektedir. Çiftliklerinde öldürülen köylülerin saldırı amacıyla silahlanmış olduklarını ileri sürmekte, kendilerini savunmak için bu yola başvurmuş olabileceklerinden bir ihtimal olarak bile söz etmemektedir. Bu insanların savunma için silah kuşandıkları ileri sürülmekte, her seferinde haklı olduklarını kanıtlamanın bir yolu bulunmaktadır.88
CIA'nın yaklaşık 200 yayın kuruluşuna sahip olduğu
ve bu kuruluşların faaliyetlerinin tümünün bu olmadığı artık bilinmektedir.
Bunlardan 10 kadarı açıkça ve CIA adına faaliyetlerde bulunur. Bunun için özel
araştırma grupları vardır. Son zamanlarda Türkiye'de de çevirileri yapılan Japon
asıllı Fukuyama, işte böyle bir araştırma grubunun üyesidir.89 Fukuyama CIA'nın
yayın kuruluşlarından Rand Corporation'ın baş analistidir ve basın kontra konusunda
son dönemin ünlü ismidir.
1982'de Küba için bir senaryo düzenlendi. CIA, dünya kamuoyuna, Küba'nın Karaib Adaları'ndaki uyuşturucu trafiğini yönlendirdiği yalanını yutturmak istiyordu. Hikaye New York Times'da yayımlandı. Robert Moss ve Arnaud de Borchgrave adlı paralı ajanlar 1982 Haziranında "Castro'nun Gizli Savaşı" başlıklı bir dizi yazdılar. Yazıda verilmek istenen mesaj şuydu: "Küba önderi Fidel Castro ile Nikaragua lideri Daniel Ortega, uyuşturucu trafiğine bulaşmışlardır."
Reader's Digest'in Temmuz 1982 tarihli
nüshası, bu mesajı aldığı gibi Ağustos 1982'de ünlü Moon Tarikatı'nın gazetesi
Washington Times'e aktardı. Dönemin Başkan Yardımcısı George Bush, aynı
suçlamaları Küba'nın burnunun dibindeki Miami'de yineledi. Ve Amerikan basını
olayın içine balıklama daldı.
CIA eski ajanlarından Philip Agee, bu tür
yalanlarla halkın beyninin yıkanmasının CIA açısından pek güç olmadığını
yazıyordu anılarında. Örneğin bir yazıyı, aynı anda dünyanın çeşitli
ülkelerinde yayınlatmak, kamuoyu oluşturmak için yeterli sayılırdı. Salvador
Allende, Şili'de seçimi kazandığında da CIA kendisine karşıt bir kampanya
başlatmıştı. Bundan birkaç gün sonra da 10 ayrı ülkeden 15 gazeteciyle temasa
geçti. Bu gazeteciler Washington Times ya da Reader's Digest gibi adı CIA'cıya
çıkmış kuruluşlarda değil, "saygın ve büyük" diye nitelenen günlük
gazetelerde çalışıyorlardı. Kendisi de UPI'da çalışan bir gazeteci olan ve daha
sonra CIA Şefi seçilecek olan Richard Helms, özellikle 1966'dan başlayarak üst
düzeydeki "okkalı" basın mensuplarıyla sıkı bağlantılar kurdu. Üst
düzeyde ilişkiler geliştirdi.90
İsrail'in imajını daha iyi duruma getirmek için uyguladığı bir yöntem de Hasbara Projesi'dir. Bunun taraftarları arasında önde gelen ABD medya yöneticileri de vardır, bunlar yabancı bir hükümete halkla ilişkiler konusunda yardım etmekten çekinmezler. Aslında Amerikalılar İsrail'in başının belada olduğunu ve İsraillilerin kendi hükümetlerinin politikalarını kontraları, üçüncü dünya ülkelerini ve Güney Afrika'yı silahlandırmaları nedeniyle eleştirdiğini bilmezler ve bazı meşhur Amerikan editörleri ve yayıncıları, sahte tarafsızlıklarını kaybedip İsrail'in halkla ilişkiler danışmanları oldukları için bunun böyle kalmasını isterler.
Dünya Siyonist Organizasyonu, Hükümet Basın Ofisi, Kudüs'teki Dünya Yahudi Yazarlar Birliği tarafından Ocak 1985'te düzenlenen konferansta Commentary editörü Norman Podhoretz'in belirttiğine gibi "hem Yahudi basınında, hem de genel basında yazı yazan Yahudiler İsrail'i savunmak zorundadır, İsrail'e karşı yazılara katılamazlar.
Bir çok ABD yazarı, Podhoretz'in İsrail'le ilgili düşüncelerini paylaşmaktadır. Bu ortodoksluğa meydan okuyanlar ise İsrail Lobisi'nden —bunun içinde editörlerin bir koalisyonu, yayıncılar, İsrail taraftarı komiteler, zengin işadamları var— merhametsiz bir saldırıya maruz kalmaktadırlar ve bunlar anti-İsrail taraftarlarını cezalandırmaktadırlar.
Amerikan Yahudi Kongresi eski Başkanı "İsrail,
Amerika'da sevilmekte ve savunulmaktadır" demiştir. İsrail ve ABD arasındaki bu
kör ve karşılıklı "aşk" medyaya İsrail'in çarpıtılmış bir imajının
yansımasına neden olur. Bu yüzden ABD'nin gerçekçi dış politikacılar belirlemesi
engellenmiştir ve ABD Ortadoğu'da dürüst olamamıştır.
Ayrıca ABD'de İsrail Lobisi'nin eleştirmenlere
saldırması, haber akışını kısıtlaması ve Yahudi topluluğundaki tartışmaları
bastırmaya çalışması işgal altındaki topraklarda İsrail gücünü
sağlamlaştırmıştır. Bu, İsrail ve ABD anlaşma yanlısı olanları
zayıflatmaktadır. Aslında Yahudi ve Hıristiyan yazarlar medya desteği
sağlamaktadır.
İsrail hükümeti Beyrut'a saldırısını savaşın ilk
günlerinden beri yabancı basından saklamıştır. Savaşın mimarı Ariel Sharon
savaşın amacı konusunda yalan söyler, çok sıkı sansür uygulatır, yanlış ölü
sayıları verir ve cephelere girişi yasaklar. İbranice medyayı da aynı yöntemle
kontrol altına almıştır.
İsrail hükümet görevlilerinden birinin söylediğine
göre, basın alanında bulunan Amerikan Yahudileri kendi işverenlerinden daha fazla
İsrail'e "sadakat" göstermektedirler.
İsrail'in ABD'deki en az on konsolosu bölgesel
medyayı kontrol eder ve yazarlarla bağlantı kurar. Menachem Shalev "İsrail'in
Amerika'daki varlığı her yere yayılmıştır" der ve ekler: "Gazetelere
baskı uygulamak televizyonlardan daha kolaydır. Gazete idarecileri daha kolay elde
edilebilir. Ve çoğunlukla yayıncıyla da çok yakın ilişkilerimiz vardır."
Bir avuç uluslararası finansör yakında dünyanın haber ve eğlence endüstrilerini giderek büyüyen bir tekelle kontrol altına alacak gibi görünmektedir. Haberleri gerçekte oldukları gibi mi, yoksa "medya baronları"nın yazdırdığı şekilde mi duyacağız? Beş yıl içerisinde medya ve eğlence endüstrisi hem yabancı hem yerli şirketlerden oluşan dev kuruluşların elinde olacaktır. Uluslararası Medya Ortakları'nın genel müdürü ve yönetim kurulu başkanı David Rothkopf durumu şöyle özetler: "Bu kadar az medya sahibi olması gerçekten korkutucu..." Dünyadaki medya tekelinin büyümesini sağlayan faktörlerden biri de Avrupa Birliği'nin oluşması ve Asya ile Pasifik'teki medya pazarlarının büyümesidir. Totaliter ülkelerde hükümet medyayı kontrol eder.
Fakat Amerika'da ve dünyanın bir çok yerinde özelleştirilmiş medya aynı zamanda hükümeti kendi özel çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanmaktadır.
Media Business Weekly'deki araştırmacıların belirttiğine göre, dünyanın medya tekelinde isimleri duyulan 11 asıl medya endüstrisi vardır:
- Time Warner Inc: Dünyanın en büyük medya
şirketidir.
- Bertelsmann A 6: Batı Almanya'da kurulmuştur ve
holdingleri arasında Doubleday Books ve RCA müzik şirketi bulunmaktadır.
- News Corp. Ltd: Rupert Murdoch'a ait Fox Televizyonu bu
şirketin bünyesindedir.
- Maxwell Communications Corp.
- Hatchette SA: Dünyanın en büyük ansiklopedi ve
magazin yayıncısıdır
- Walt Disney Corp.
- Turner Broadcasting Corp: Turner CNN'in sahibidir, MGM ve
RKO film kütüphanelerinin kontrolü de ona aittir.
- General Electric: Amerika'nın bir numaralı televizyon
şirketi NBC'nin sahibidir. Büyük finansal şirketlerden GE Capital ve Kidder
Peabody Inc.'in de kontrolünü elinde tutar.
- Sony Corp: Yakın zamanda CBS'i alarak Hollywood'a
girmiştir.
- Tele-Communications/United Artists Entertainment: Meşhur
Blockbuster sinema-video zincirinin sahibidir.
- Viacom Inc.
Prof. Ben H. Bogdikian'a göre bütün medya farklı
kişilerce yönetilseydi 25.000 değişik medya sesi olacaktı. Ne var ki 25.000 değişik
ses yoktur. Bugün günlük gazetelerin, magazinlerin, televizyonların, kitapların ve
sinemaların üretimi 29 şirket tarafından kontrol edilmektedir. Bu şirketlerin
başındaki 50 kişi büyük bir odaya sığabilir. Bunlar yeni bir Özel Bilgi ve
Kültür Bakanlığı oluşturmaktadırlar.
Mossad'ın kuruluş amacı, İsrail'in belirlediği siyonist hedeflerin gerçekleşmesine katkıda bulunmaktır. Bu noktada Mossad'ın işlevi, Yahudi ırkının hegemonyasına bağlı bir dünya oluşturmak, diğer milletlerin ve inançların ise sömürü sistemi içinde kullanılmasını, güçlenmemesini sağlamak olarak kabul edilebilir. Bunun için kullandığı temel yöntem ise, diğer milletleri ve dinleri kaos ve istikrarsızlık içine sürükleyecek olan savaş, karışıklık, terör ortamları hazırlamak, bu ortamları kışkırtmak, "düzensizliğin düzeni"ni kurmaktır. Kontrgerilla ise, bu hedefi gerçekleştirmek için kurulmuş bir alt örgüttür. Yaptığı iş, hedef ülkelerde, temel Mossad yöntemi olan şiddeti, hayat şekli haline getirmiş olan sadist ve saldırgan ruhlu kişileri beslemek, örgütlemek ve yapay ideolojileri de kullanarak eylemlere yöneltmektir.
İsrail'in dünyadaki tüm kontrgerilla hareketlerinin eğitimi için kurduğu merkez Mossad Aman Kfar Sirkin, Tel Aviv ve Mossad Aman Beersheba, İsrail'de bulunmaktadır. Ayrıca ikinci merkez olan Jonathan Institute Jerusalem de İsrail'dedir. Buradan yollanan subaylar dünyadaki kontrgerilla hareketlerinin eğitimi ve idaresi görevini alırlar. Ayrıca bu merkezde bazı kontragerilla grupları bizzat eğitim görür. Mossad'ın Inkata şubesi Güney Afrika'daki kontrgerilla hareketlerini, Hindistan'da Sihler, Sri Lanka'da Tamiller, Peru'da Aydınlık Yol, İtalya'da Kızıl Tugaylar, Sırbistan'da Çetnikler ve Sırbistan Yenileme Harekatı, Hırvatistan'da Ustaşa, İspanya'da ETA, Ermenistan'da ASALA gibi birçok kontragerilla hareketinin eğitimini yapar.91
ABD'nin büyük tekellerinden Rockefeller Grubu 1956 yılında ileri sürdüğü bir öneriye göre, ABD'nin çıkarlarına uygun düşmeyen herhangi bir durumu düzeltmek için dünyanın neresinde olursa olsun, derhal müdahale edebilecek yeteneklere sahip özel askeri birlikler kurulmalıdır. Bu özel askeri birliklerin çok hareketli olması ve çeşitli lokal harpleri başarıyla sona erdirecek yetenekte bulunması gerekir...
Rockefeller Grubu'nun önerdiği özel askeri birlikler Amerikan kontrgerillarının ilk nüvesini meydana getiriyordu. Bu öneri doğrultusunda Stratejik Müdahale Birlikleri kurulmuştur.92
Kontrgerillalarının fikir babalarından bir diğeri uluslararası Yahudi Lobiler Bilderberg, Trilateral ve CFR üyesi McNamara'dır. Amerika Eski Savunma Bakanı, Dünya Bankası'nın yıllarca başkanlığını yapmış McNamara "gerilla ve anti-gerilla savaş taktik ve biçimlerini iyice öğrenmiş ve dış müdahaleler de özel silahlarla donatılmış küçük birlikler kullanmak gerekir" demişti.93 Bu yeni kuvvetler McNamara'nın belirttiği gibi kontralardı. Bu örgütlenme tüm dünyada yapıldı.
Rockefeller grubunun bir raporunda kontraların
amacı şu şekilde açıklanmıştır:
Gerek bizim gerek dünya devletlerinin
güvenliğini sağlamak için mahalli kuvvetler ve akımlar tarafından sıkışık
durumda bırakılmış olan dost hükümet ve rejimlere silahlı yardımlar yapmak
zorunluluğunu duymalıyız. Bu zorunlulukla yapılacak askeri müdahale, ne klasik askeri
stratejiye uymakta ne de geleneksel diplomatik müdahaleye benzemektedir. Bu askeri
müdahalenin kendine özgün bir niteliği ve biçimi vardır.94
Bu konuda, Yahudi Lobisi'nin bir numaralı ismi, 40'lar Meclisi'nin Başkanı olan, sınırlı savaş kuramcılarından Kissinger'ın görüşlerini izleyelim:
Eğer hür dünya, yavaş fakat sürekli bir
erozyondan kurtulmak istiyorsa, lokal savunma savaşlarına hazırlanmalı ve bu savaşlar
için gerekli önlemleri alıp, gerekli ordular kurulmalıdır. Sömürgeciliğe karşı
Ayaklanma Hareketi'nin hemen her tarafı sardığı bir dönemde, Pentagon'daki bazı
otoriteler hala toptan-red-yıldırma stratejisinde inatla ayak diretiyorlar. Bir yandan
hür dünyanın sosyalist devletlere karşı konvansiyonel bir denge kuramayacağını
söylerken, diğer yandan yıldırma stratejisinde ayak diretmek, anlaşılmaz bir
tutumdur.
Kissinger, Nuclear Weapons And Foreign Policy
adlı kitabında, topyekün savaş ile bölgesel savaşın uygulama ve sonuçlarını
incelemiştir. Kissinger'a göre, topyekün savaş, ABD için, dolayısıyla kapitalizm
için intihardır. Asya, Afrika ve Güney Amerika'daki Ulusal Kurtuluş Savaşları ancak
bölgesel-sınırlı savaşlarla önlenebilir. Bu bölgenin sınırı sosyalist blok
ülkeleri sınırlarından başlar, Türkiye de sınırlı savaş bölgesi içindedir.95
"Devlet içinde devlet" halinde örgülenmiş olan Gladio, NATO çerçevesinde kurulmuştu. ABD'nin güçlü istihbarat birimi CIA, kuruluşta rol oynamıştı. İtalya'daki Gladio ve diğer NATO ülkelerindeki benzer kuruluşlar, sivil ve askeri "yerli" istihbarat örgütleri yanında "gizlilik" esası ile çalışan bazı derneklerin üyelerini de içine almışlardı. Gladio Skandalı, İtalyan P2 Mason Locası ve İtalyan İstihbarat Teşkilatı ile ordunun bazı kesimlerinin yakın işbirliği içerisinde olduğunu ortaya çıkardı.
Skandalın ortaya çıkardığı bir gerçek de, İtalya'yı bir ara kasıp kavuran terör olaylarının büyük bir bölümünün, NATO çerçevesinde kurulmuş "yarı resmi" Gladio örgütünün eseri olduğuydu. Suikastlar, siyasi cinayetler, bombalama ve tedhiş olayları, kökleri devlet içinde olan bu örgüt elamanlarının eseriydi.
Kontrgerilla örgütlenmesinin mimarlarından en başta geleni hiç kuşkusuz Henry Kissinger'dır. Kissenger, 1968 yılından günümüze değin, ABD'nin yürüttüğü sınırlı savaşların, teorik ve pratik planda geliştirilmesinde zaman, emek harcayan uzmanlardan en önemlisi olarak kabul edilmektedir.96 Kissinger'in NATO içindeki gizli örgütlenmenin ABD'deki sinir uçlarından biri olduğu sonradan öğrenilecektir.97 Ayrıca, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya'da Nazi artıklarının toparlanarak yeniden örgütlendirilmesi faaliyetinde oynadığı rol artık belgelendirilmiştir.98
Kissinger'in kökeninde özel savaşçılık,
kontrgerillacılık vardır. Kissinger aynı konuda Harvard Üniversitesi'nde bir kurulun
üyesi olarak hazırlamasına katıldığı ve Türkiye'de Genelkurmay Basımevi
tarafından 1965 yılında tercüme edilerek Türkçeye kazandırılan Ayaklanmaları
Bastırma Hareketleri çalışmasıyla da bu özelliğini geliştirmiştir.99
Washington'da, Türk Gladiosu ile ilişkisi saptanan "California Grubu"nun önemli bir davası yürütülmektedir. Görünüşte basit bir bilgisayar programı hırsızlığıdır: Adını İrangate Skandalı'yla duyuran CIA-hükümet bağlantılı çete 1980'lerin başında, elektronik ortamdaki her işlemi bilgi olarak derleyip merkezileştirmeyi amaçlayan Promis adlı programı, sahibinden izinsiz çeşitli ülkelere satmışır. Ama, programa bir de virüs yerleştirir. Böylece programı kullanan her ülkedeki gizli bilgiler ABD istihbaratına da açılmış olacaktır. Ve davaya temel teşkil eden Senato Araştırma Komisyonu raporuna göre, bu program Türkiye'ye de satılmıştır...
10 Mart 1997 günü ABD'deki en yüksek yargı makamı olan US Court of Federal Claims'te önemli bir davaya başlanmıştır. Devlet aleyhine açılan bir tazminat davasıdır bu. Davacı, küçük bir bilgisayar yazılım şirketi olan Inslaw'dır. Tazminat istenen devlet kurumu ise ABD Adalet Bakanlığı'dır. Inslaw bakanlığı bilgisayar yazılımı korsanlığı yapmakla suçlamaktadır.
Davayı fazlasıyla önemli kılan, "Promis" adlı bu yazılımın özelliğidir. 80'lerin ortalarından itibaren çeşitli ülkelerin gizli servisleri tarafından suçluların, şüphelilerin, giderek de politik muhaliflerin fişlenmesi, takibi ve hatta "infaz"ı için kullanılan Promis, Orwell'in "1984"ündeki "Büyük Birader"e benzemektedir. Program elektronik ortamlarda bırakılan her izi bir avcı gibi adım adım sürüp hafızasında saklar. Nüfus müdürlükleri, askerlik şubeleri, vergi daireleri, kredi kartı merkezleri, su, elektrik, telefon idareleri bu yazılımın kişilerle ilgili bilgi derlediği yerlerdir...
80'lerin sonlarında patlayan İran-Contra Skandalı'nın baş kahramanları bu korsanlık olayında da ön plandadır. Türk kamuoyu tarafından da yakından tanınırlar; Türk Gladiosu ile yakın ilişkileri vardır ve İran-Contra skandalında öne çıkan Oliver North'un en yakın adamlarından Michael Ledeen ve Frank Terpil'in, başta Mehmet Ali Ağca olmak üzere Gladiocular'ı yönlendirdikleri saptanmıştır.
90'ların başlarında, yazılım korsanlığı da dahil bu ekibin marifetleri üstüne araştırmalar yapan veya yargıya bilgi sağlayan dokuz ABD vatandaşı ise şimdi toprağın altında yatmaktadırlar!
Promis'in dokuz cana malolan önemini anlamak için, kronolojik olarak en baştan başlayalım...
Yıl 1982: Inslaw'la ABD Adalet Bakanlığı arasında, firmanın hazırladığı bir yazılım programının ülkedeki savcılık bilgisayarlarına yerleştirilmesine yönelik milyonlarca dolarlık bir anlaşma imzalanır. Açılımı "Prosecutor's Management Information System" (Savcılık Yönetim Bilgi Sistemi) olan Promis adlı yazılımın temel özelliği, farklı veri tabanlarından bilgiler toplayıp bunları birbirleriyle bağlantılı hale getirebilmesidir. Yani suçlular hakkında çeşitli bilgisayarlara dağılmış bölük pörçük bilgileri tek bir dosyada birleştirebilir. Anlaşmanın imzalanmasını izleyen üç yıl içinde yazılım, ülkedeki en büyük 20 savcılığın sistemlerine yerleştirilir.
Yıl 1985: Inslaw'la Adalet Bakanlığı arasındaki pürüzsüz ilişki garip bir biçimde bozulmaya başlar. Bakanlık yetkililerinin adeta düşmanca tavırları, Inslaw'un önüne olmadık bürokratik engeller çıkarmaları, işleri durmadan yokuşa sürmeleri zamanla taraflar arasında ipleri kopma noktasına getirir. Sonunda Promis'in geri kalan savcılıklara yerleştirilmesi işi iptal edilir ve anlaşma bozulur.
Yıl 1990: 80'lerin ortalarından itibaren Inslaw'un bakanlık aleyhine açtığı davalar sürerken, Promis'i geliştiren kişi olan firma sahibi William Hamilton, Kanada'dan gelen bir mektupla sarsılır: Kanada Hükümeti, birçok Bakanlıkta ve Dağ Polisi de dahil pekçok devlet dairesinde zorunlu olarak İngilizce sürümün kullanıldığını belirtip Promis'in Fransızca versiyonunun olup olmadığını sormaktadır. Hamilton şaşırır, çünkü o güne kadar Inslaw Kanada'ya tek bir kopya bile Promis satmamıştır!
Sonra haberler birbirini izler: Promis'in birçok ülkede pekçok kuruluş tarafından kullanıldığı, yazılımın el altından dünyanın dört bir yanına pazarlandığı ve birilerinin bu işten milyonlarca dolar kazandığı ortaya çıkar. Sonunda CIA de bu isimde bir yazılım kullandığını kabul eder. Bu arada, yazılımın bazı versiyonlarında gizli servis raporlarının işlenmesi ve hafızaya alınmasında yararlanılan özel bir bölümün bulunduğu da anlaşılır.
Derken, ABD'nin teknoloji istihbarat servisi olan ve bir
zamanlar Hamilton'ın da programcı olarak çalıştığı National Security Agency (NSA),
Promis ve yeni bir yazılımdan yararlanılmış "melez" bir yazılım
üretildiğini açıklar. ABD'nin Narkotik Dairesi DEA de (Drug Enforcement
Administration) benzer bir açıklama yapmıştır.
Promis'in 1982'den itibaren çeşitli gizli servislere,
devlet dairelerine ve şirketlere pazarlanmasında Earl Brian adlı kişinin kilit rol
oynadığı bilinmektedir. O zamanlar ABD Başkanı Ronald Reagan'ın ekibinde milli
sağlık politikasıyla ilgili bir görev üstlenen Brian, sahtekarlık suçundan 90 yıl
hapis cezasıyla halen cezaevinde yatmaktadır.
Gizli servislerin Promis'i çok tutmasının nedeni ise,
bu program aracılığıyla milyonlarca kişi hakkında hem ulusal hem de uluslararası
düzeyde araştırma yürütülebilmesi, çeşitli kaynaklardaki kayıtların
birleştirilebilmesidir. Programın "örnekleme" taraması denen işlemi
yapabilmesi cazibesini daha da arttırmıştır. Gizli servisler çeşitli nitelikleri
göz önünde bulundurarak bir "sakıncalı" örneklemi oluştururlar: Protesto
eylemlerine katılanlar, bir ortak bildiriyi imzalayanlar ya da yalnızca bu tür
eylemlere katılanlarla ilişki içinde olanlar buna dahil edilir.
Tam bir muhalif avlama programı olarak kullanılabilen
Promis'in bir ülkede nasıl sonuçlara yol açabildiğinin en çarpıcı örneği
Guatemala'dır. "Bilgisayar"ın "B"sinden bile habersiz, okur-yazar
oranının son derece düşük olduğu bu ülkede 80'lerin ortalarına doğru birden
"bilgisayarlaşma" kampanyası başlatılmıştır. Başkan Oscar Mejia Victores
basına verdiği demeçlerde, bilgisayar sayesinde yoksulluğun üstesinden gelineceğini
vaadeder.
Askerlere de bilgisayar eğitimi verilmeye başlanır.
Kısa sürede sokaklarda, tren istasyonlarında görev yapan devriye birimleri bile
bilgisayarla donatılmıştır. Muhalif olduğundan şüphelenilen herkes elektronik
olarak fişlenir.
Kampanyanın başlamasını izleyen bir yıl içinde ünlü ölüm mangalarının infazlarında da patlama yaşanır: 20 bin muhalif ya öldürülür ya da ortadan kaybolur.
"Truva Atı"yla dünyaya
sızılmaktadır...
Earl Brian, Promis'in dünyaya pazarlanması işini tek
başına organize etmemişti. Bunu, Reagan'ın Başkan seçilmesiyle birlikte devlet
içinde yuvalanan ve "California Ekibi" olarak da bilinen bir grup hükümet ve
devlet görevlisinin desteğiyle yaptığı ortaya çıktı. Ama Yarbay Oliver North ve
CIA Başkanı William Casey gibi kişilerin başını çektiği bu ekip asıl ününü
İran'a gizlice silah satılması ve bu satıştan elde edilen paralarla Nikaragua'daki
muhalif Contra gerillalarının finanse edilmesi operasyonuyla kazandığı için Promis
Skandalı o dönemde gölgede kaldı. Oysa şimdi anlaşılıyor ki, bu skandalın
İran-Contra skandalından geri kalır yanı yoktur. Çünkü yazılım korsanlığında
da, para kazanmanın çok ötesinde, "devletin yüce çıkarlarına yönelik"
bir hedefi vardı ekibin.
Inslaw'dan habersiz, kaçak olarak satılan kopyaların çok özel bir marifeti vardı. Pazarlayanlar, bunlara bilgisayar dilinde "arka kapı" ya da "Truva Atı" olarak bilinen bir virüs yerleştirmişti. "Ön kapı" giriş kodları şifrelerle ne kadar sağlamlaştırılırsa sağlamlaştırılsın, arka kapının anahtarını elinde bulunduran Amerikalı operatörler sistemlere istedikleri zaman sızabiliyor, bu sistemlerdeki yerel bilgilere rahatça erişebiliyordu. Sovyetler Birliği'ne bile pazarlanmıştı Promis. Ari Ben Menaşe adlı bir Mossad ajanının ifadesine göre, buna ünlü basın imparatoru Robert Maxwell aracılık etmişti.
Promis'in yeni versiyonuna "arka kapı" ilavesi Michael Riconoscuito adlı bir bilgisayar dahisinin eseriydi. Riconoscuito bunu 20 Mart 1991'de, Inslaw'la Amerikan Adalet Bakanlığı arasındaki hukuk savaşının yeni bir aşamasında kurulan Brooks Senato Araştırma Komisyonu'na itiraf ediverdi. Bu arada bir Truva Atı'nın da Mossad tarafından pazarlanan kopyalara yerleştirildiği ortaya çıktı.
Kısacası yeni Promis çift taraflı çalışıyordu artık. Bu yazılımı alıp kullanan ülkeler bilgisayar sistemlerindeki gizli bilgileri otomatik olarak ABD ve İsrail istihbaratına açmış oluyordu.
İşin karanlık yönü, kan dökülünce iyice ortaya çıktı. Daniel Casolaro adlı Amerikalı bir gazeteci, 1991'de bu Promis olayını araştırmaya başladı. Ama olayı yalnızca bir yazılım korsanlığıyla sınırlamamıştı Casolaro. "Ahtapot" diye adlandırdığı devlet çetesinin diğer kirli işlerini de ortaya çıkarmaya çalışıyordu...
Ne yazık ki Casolaro, 10 Ağustos 1991'de Batı Virginia'da kaldığı otel odasında ölü bulundu. Her iki bileğinde de derin kesikler vardı.
Başlangıçta eyalet polisi olaya "intihar" dedi. Ama mesleğine tutkuyla bağlı Casolaro'nun intihar etmek için hiçbir nedeni yoktu. Sürdürdüğü araştırmada düğümü çözme noktasına gelmiş olduğu pekçok yakını tarafından açıklanınca, cesedi otopsiye alındı. Ama ceset çoktan ilaçlanmış, sağlıklı bir otopsi yapma imkânı ortadan kalkmıştı. Kaldığı oda da bir güzel temizlenmiş, cinayete işaret edecek deliller bilinçli ya da bilinçsiz, ortadan kaldırılmıştı.
Casolaro "işi bitirmek üzere olduğu"nu, ölümünden kısa süre önce en az üç yakın dostuna söylemişti. Tehdit telefonları aldığı da biliniyordu. Öte yandan insanın kendi kollarında, bazıları kemiğe kadar dayanan böyle derin yaralar açamayacağını söyleyen bilirkişiler de vardı. Kısacası Casolaro'nun "normal bir intihar"a kurban gitmemiş olması ihtimali çok yüksekti...
Skandalın başka kurbanları da vardı. Casolaro'nun ölümünden birkaç ay önce, 31 Ocak 1991'de, Casolaro'ya araştırmalarında bilgi temin eden NSA görevlisi Alan Standorf, Washington'da kafasına sopayla vurularak öldürülmüştü.
5 Nisan 1991'de Inslaw davasıyla ilgili avukat Dennis
Eisman da ölü bulundu. Vurulmuştu...
Casolaro'nun ölümünden yaklaşık 15 ay sonra, 1 Kasım
1992'de ise, Büyük Jüri'ye Inslaw davasıyla ilgili belge temin eden Ian Spiro'nun
evinde, karısı ve üç çocuğunun cesetleri bulundu. Başlarına pompalı tüfekle
ateş edilmişti. Spiro'nun cesedi ise birkaç gün sonra Borego Çölü'nde bir arabanın
içindeydi. FBI raporunda Spiro'nun ailesini katlettikten sonra intihar ettiği
belirtiliyordu.
Son kurban Paul Wilcher adlı bir avukattı. 23 Temmuz 1993'te O da Washington'daki evinde ölü bulundu. Wilcher, çetenin, Promis korsanlığı yanında silah ve uyuşturucu kaçakçılığını içeren başka işlerini de araştırıyordu. Üstelik bu konuda Casolaro'dan bile ileri bir noktaya geldiği iddia ediliyordu. Ve o da "intihar etmişti."
Brooks Senato Araştırma Komisyonu"nun davaya temel teşkil eden raporunda, eski Amerikan gizli servis ajanı DIA ve DEA Kıbrıs Rum Kesimi görevlisi Lester Coleman'ın 1991'de verdiği bir ifade vardı. Donald Goddard adlı Amerikalı yazarın 1993'te yayımladığı Trail of the Octopus (Ahtapotun İzi) adlı kitapta bu ifadenin hangi nedenle verildiği şöyle anlatılıyordu:
"Yaz ayları boyunca (1986) Coleman Kıbrıs'taki
(Rum Kesimi) Narkotik Masası'nın danışmanı olarak çalışmıştı. Bu masaya bağlı
memurları iletişim ve izleme konularında eğitmişti. Onlara Birleşmiş Milletler
Uyuşturucu Kontrol Fonu (UNFDAC) tarafından finanse edilen çeşitli elektronik
cihazları kullanmayı öğretmişti. İlkbaharda Kıbrıs'a döndüğünde, teknolojinin
o yokken ne kadar ilerlediğini farketti. Tüm narkotik bilgisayarlarının, ABD
hükümeti bağlantılı Link System Ltd. adlı bir şirket tarafından kurulan merkezi
veritabanına bağlandığını gördü. Narkotik merkezinde ise, birlikte çalıştığı
birçok memurun, üzerinde "Promis Ltd. Toronto, Canada" ibaresi bulunan kutular
açmakta olduğuna tanık oldu... Coleman biraz araştırma yaptı ve sözkonusu
yazılımın, içlerinde Kıbrıs, Mısır, Suriye, Pakistan, Türkiye, Kuveyt, İran ve
Irak'ın da bulunduğu bir dizi ülkenin emniyet ve askeri kurumlarına da temin
edildiğini saptadı...
Devlet içinde, devletten bağımsız çalışan ve CIA tarafından ABD çıkarları doğrultusunda kurulan bu örgütler gerekirse ülke içinde kaos yaratabiliyor, cinayet işliyor, toplumsal hareketlere yol açıyor, ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı.
Ergenekon, ideolojik bir ayrım gözetmeksizin sağ sol, her örgüt ve kurumda yapılanmış, devlet içinde örgütlenip içinde askerlerin, emniyet müdürlerinin, profesörlerin, gazetecilerin de bulunduğu büyük bir güç oluşturmuştu. Tamamen ABD kaynaklı bu örgütlenmenin bağlı olduğu merkez yönetim kurulunda aralarında D. Rockefeller, G. W. Ball, Z. Brezezinski, Henry Kissinger'ın da bulunduğu CFR vardı. Amacı yeni dünya devleti kurmak olan örgüt, bu amaçla başta NATO devletleri olmak üzere tüm dünyada örgütlenerek ABD çıkarları doğrultusunda aktif politikalar üretiyordu.
Ergenekon'un yapısal olarak batıda Gladio denilen gruplara benzediğini söyleyen Erol Mütercimler, şöyle devam ediyor: "Ergenekon tamamen bir CIA Pentagon kuruluşu olduğu için, ABD'nin ulusal çıkarları bu bölge ülkelerinde neyi gerektiriyorsa, o gün bu görev içerisinde nasıl bir eleman kullanılması gerekiyorsa kullanıyorlar..."
Mütercimler, Ergenekon denilen bu grubun,
ABD'nin bölgedeki çıkarları doğrultusunda sağ örgütleri de, sol örgütleri de
kullandığının artık ortaya çıktığını söylüyor. "Yerine göre bölücü
terör örgütünü de kullanmıştır ve kullanmaktadır. Bugün sağda bakıyorsunuz bir
yığın isim ama bunun yanında İtalya'daki bazı kaynaklar Dursun Karataş'ın da
kullanıldığını söylüyor. Ben, Eşref Bitlis, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu,
cinayetlerinin; bilumum cinayetlerin Ergenekon tarafından işlendiğine inanıyorum.
Benim ve benim gibi bu konular üzerinde araştırma yapan diğer araştırmacıların
ortaya koydukları veriler gösteriyor ki bu tür cinayetler Ergenekon tarafından
işleniyor...100
Kontrgerillanın kimlerin emrinde olduğunu New York Times muhabiri James Lemoyne ve eski CIA ajanı Philip Agee şöyle açıklıyorlar:
ABD'nin dış ülkelere ekonomik yardımından daha çok zenginler yararlanmaktadır. Bunlar vergi vermedikleri gibi sürekli olarak ülke dışına para çıkarmaktadırlar. Oğulları askerlik yapmaz. Vergi vermek fakir halkın işidir. Yaşamak zenginlere, ölmek fakirlere düşmüştür. Ne var ki bu iş bölümünden yoksullar hiç de memnun gözükmemektedirler. Dış yatırımların ancak küçük bir kısmı yoksullara ulaşabilmektedir. Siyasi güç sosyetenin elindedir. Fakirlere siyaset vasıtasıyla da durumlarını düzeltme yolu da tıkanmıştır. Halk polisten ve askerden korkmaktadır. Yasal yollardan haklarını aramak bu insanlar için olacak işlerden değildir. Fakir halk ile zenginler arasında fakirlerin hakkını temsil edecek hakimlerin varlığı hayal bile edilememektedir.101
Eski CIA ajanı Agee ise şöyle diyor: "Ben kapitalizmin gizli polislerinden biriydim. Yoksul ülkelerdeki Amerikan şirketlerinin hisse senedi sahiplerinin kaymağını yemelerini sürdürmelerini sağlamak için politik barajın sıkıntılarını Amerikan kapitalizminin gizli polisinden başka bir şey değildir ki. Yoksul ülkelerde CIA başarısının anahtarı, nüfusun kaymağının çoğunu yiyen % 2 ya da % 3'lük kısmının bulunmasıdır. Şimdi çoğu ülkelerde bu sınıfın geliri 1960 dan bu yana daha da artmış ancak bir kenarda bırakılan ve nüfusun % 50 ya da % 70'ini teşkil eden sınıfların gelirleri ise daha da azalmıştır. CIA, karşı sindirme öğretisi, milliyetçilik vatanseverlik kavramlarını ileri sürüp azınlıkta kalan zenginlere karşı gelişen halk hareketlerini Sovyet yayılımıyla ilgili göstererek bu uluslararası çıkarcı sınıflar arasındaki ilişkiyi örtmeye çalışır." 102
Philip Agee'nin ve James Lemoyne'nin tarif ettiği Kontrgerilla uzantılarının özelliği milliyetçi, vatansever havasına bürünmeleri, gerektiği yerde dindar gözükmeleridir. Ama dinle yakından uzaktan hiçbir ilgileri olmadığı tavırlarıyla ortaya çıkmıştır. Bunların yanısıra Yahudi Lobileri'yle, Yahudi finansörlerle de yakın ilişkiler içindedirler. Yoksa "değirmenin suyu" nereden gelecektir?
Kontrgerilla'nın kullandığı sokak serserilerinin ikiyüzlülüğü her yönden ortadadır. Uyuşturucu kaçakçılığını yapanlar da, çıkar çatışması olduğunda yakalatanlar da onlardır. Fail-i meçhul cinayetlerin faili bu gruplar, fakat sahte failler üretmekte de üstlerine yoktur. Bu "belalı" gruplara, sergiledikleri mafya karakteri nedeniyle kimse "bulaşmak" istemez. Bu gizli hükümranlıktan istifadeyle de bunları örgütleyen kontrgerilla istediği ülkelerde rahatlıkla eylem yapabilir.
Kontrgerillanın kurucusu Yahudi finansör
Rockefeller'in Eisenhower'e mektubu, ülke içinde ekonominin kilit noktasını ele
geçiren şahısların bunu nasıl sağladıklarını açıklıkla ortaya koymaktadır. Bu
mektupta bildirildiğine göre, ...ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına
yardım artırılmalı ve böylece bu işadamlarının ilgili ülke ekonomisinin kilit
noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanarak politik etkilerinin artması
sağlanmalıdır.
Rockefeller'in bu önerisi ABD'nin gizli
servislerinden AID tarafından uygulanmıştır.
ABD'li senatör Albert J. Beueridge'in şu sözleri de anlamlıdır: "...Dünya ticareti bizim olmalı ve olacaktır. Ticaret karakollarımızın çevresinde bizim bayrağımızı dalgalandıran ve bizimle ticaret yapan, kendi hükümetlerine sahip büyük sömürgeler kurulacak, kurumlarımız ticaretin kanatları altında bayrağımızı izleyecektir."
Bu görüşler çerçevesinde ABD Savunma Bakanı McNamara 1967'de bir konuşmasında "askeri yardımlarımızın asıl amacı, azgelişmiş ülke askerlerini ABD ideolojisine göre yetiştirmek ve onlardan gelecekte gerektiğinde o ülke yönetiminde yararlanmaktır" demekte ve ABD'de eğitim gören subayların, biraz önce adından söz ettiğimiz AID programı çerçevesinde eğitildiklerini ifade etmektedir.
Demokrasi, insan hakları gibi değerler adına ortaya çıktığı söylenen Kontrgerilla hareketi için ünlü Yahudi anti-siyonist yazar Noam Chomsky ise şunları söyler:
Bu arada siyasi teolojinin hemen her terimi gibi demokrasi teriminin de iki manasının olduğu gerçeğini iyi bilmek gerekir. Bunlardan biri sözlük anlamıdır, diğeri ise yapılanlara gerekçe oluşturmak amacıyla demokrasi terimine giydirilmiş bulunan bir anlamdır. Bu ikinci anlamına teknik anlamı diyebiliriz. Teknik anlamda bir yerde demokrasi olması demek, o yerde ABD'li yatırımcıların çıkarlarının emniyet altında olması demektir. Sermayenin yarınından emin olmadığı yerde teknik anlamda demokrasi yoktur.103
ABD'nin şartlarına uyan devletlerde
demokratik prensipler bir derece uygulanabilir, elle tutulur gözle görülür neticeler
de elde edilebilir. Kaynakların askeriyenin, oligarşinin, iş çevrelerinin ve
profesyonel seçkinlerin elinde bulunması, gücünü halktan alan organizasyonların
sesinin kısılması halinde politik sistemin ve medyanın bütünüyle kontrol altında
tutulmasını garanti altına alır. Halkın sesinin bastırılmasının yollarından biri
de terördür. Halkın terör yoluyla susturulması ABD'nin tercihidir ve sopayla halkın
üzerine yürüyen hükümetlerin Washington'un gözünde itibarı ve kredisi
artmaktadır.104
CIA Başkanı William Casey
ise şunları söylemektedir: "Küçük bir ülkenin ekonomik istikrarını ve iç
barışını bozmak için çok az sayıda insan ve bunlara çıkılacak küçük destekler
yeterlidir." 105
CIA'nın komplolarının kaynağını Gestapo
oluşturmaktadır. Örgüt şemaları karşılaştırıldığında benzerlik
görülecektir. Amerika Yeni Dünya Düzeni rolü ardına sığınarak tıpkı Gestapo
gibi her türlü kirli işe bulaşmakta sakınca görmemektedir. Nitekim Gestapo'nun
servislerinde bulunan "karşı sabotaj", siyasi polis, maddi manevi ve siyasal
sabotajlar düzenleme ve yürütme bölümleri CIA'nın (Covert Action) Örtülü Harekat
Servisi'nde olduğu gibi yansıtılmıştır.
Amerika ev sahibi ülke diye tanımladığı müttefik
ülkelerin bütün istihbarat örgütleri ve bu amaçla kurdurttuğu militer ve
para-militer yeraltı örgütlerine her türlü desteği sağlayıp onlara
çıkarlarının bekçiliğini yaptırmaktadır.
Kuşkusuz Amerika ev sahibi ülkenin sadece
istihbarat örgütlerine sızmakla yetinmemektedir. Bu anlayışla adı geçen ülkelerin
tüm toplumsal kesitlerinden kişilere burs sağlamaktadır. İçlerinden elverişli
olanları ayartıp kendi ajanı gibi kullanmakta en azından seçtiği kişilerin Amerikan
hayranı olmaları için büyük çaba göstermektedir. Bu hedefe ulaşma için depo
saydığı ev sahibi ülkelerin Kapitalist Enternasyonel örgütleriyle kişisel
çıkarlarını düzenle özdeşleştirmiş tüm kişilere her türlü desteği
vermektedir.106